Akşemseddin Hazretleri'nin Vefatı
Bir şâha kul oldum ki, cihân ana gedâdır
Bir mâha tutuldum ki, yüzü şems-i duhadır.
“Bir şâha bağlandım ki; cihan O’na hayrandır. Çünkü O, kuşluk güneşi gibi yüzü her tarafı aydınlatan bir sultandır.”
Fatih Sultan Mehmed, en sevdiği hocası, üstadı, mürşidi, şeyhi Akşemseddin için böyle demiştir. 16 Şubat bu büyük velinin vefat yıldönümüdür.
Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza’dır. M. 1390 yılında Şam’da doğmuştur. Baba tarafından nesebi Hz. Ebu Bekir’e kadar dayanmaktadır. Yedi yaşında babasıyla beraber Anadolu’ya gelmiş, hafız olmuş, gençliğinde Hacı Bayram-ı Veli’ye intisap etmek ister ama almazlar. Bir gün müridleri ile ekin biçmekte olan Hacı Bayram Veli’nin yanına varır yine iltifat görmez, onlarla beraber ekin biçer yine aldıran olmaz, yemek vakti sofra kurulur kenardaki köpeklere de bir şeyler atılır Akşemseddin’i yine çağırmazlar o da gider köpeklerin yanına oturur ve onlara verilenlerden yemeye başlayınca Hacı Bayram: “Gel beri be köse beni çabuk avladın” der ve müridliğe kabul eder.(1)
Dini ilimler yanında, tıp ilmi de tahsil edip, tedavilerde bulunan, Psikiyatri hususunda uzman olan, hatta mikrobu bilen ve çiçek aşısını keşfeden Akşemseddin, Feth-i Mübîn’i (İstanbul’un fethini) gerçekleştiren ordunun içinde de görev almış, askerin teşyi ve teşci edilmesi (teşvik edilmesi, cesaretlendirilmesi), Hz. Ebu Eyyub el-Ensârî Hazretlerinin kabrinin bulunması, Fethin biraz gecikmesinden dolayı üzgün ve tedirgin olan, Fâtih’in teskin ve teselli edilmesi hususunda... büyük hizmetleri olmuştur.
Fetihten sonra Ayasofya’da ilk Cuma hutbesini Fâtih okumuş, namazı da bu büyük veli kıldırmıştır. (2) Yavuz Sultan Selim’in:
Padişah-ı âlem olmak, bir kuru kavga imiş
Bir veliye bende olmak, cümleden evlâ imiş.
Şiirindeki duygu, düşünce ve felsefe ile hareket eden Osmanlı sultanları, madde ile manayı, dünya ile ukbayı, tasavvuf ile tasarrufu dengede götürmeye çalışmışlar, hatta bazen ibreyi uhreviyyata doğru kaydırmışlar, ama o dönemin değerli ve faziletli âlimleri buna müsaade etmemişlerdir.
Fâtih de, manevi potasında eriyip şekillendiği bu hocasını o kadar çok seviyor ki; Bir ara inzivaya çekilmeyi, halvete girmeyi, gece-gündüz hocası ile beraber olmayı isteyince, Akşemseddin: "Sen halvete değil devlete lâzımsın. Sen seçilmiş birisin. Daha yapacak yığınla işin var.” (3) diyerek izin vermemiştir.
Günümüzde Şeyh geçinenlerin eline böyle bir fırsat geçse, zâtının ve tarikatının popülaritesini yükseltmek için gökten kapar, hatta biraz da istismar eder ve abartırlar. Ama o dönemin gerçek din ve ilim adamları, şahıslarından ve mensup oldukları tarikatlardan önce devleti düşünürlerdi. Devlet onlarca kutsal ve her türlü menfaatin, ihtirasın, çıkarın, mevki ve makamın fevkinde (üstünde) idi. Onlar Osmanlı Devletini “Devlet-i Ebet Müddet” yani; kıyamete kadar devam edecek bir devlet diye kurmuşlardı.
Fetihten sonra Çandarlı Halil Paşa azledilince Fâtih, hocası Molla Gürânî’ye sadrazamlık teklif etmiş, O, teklifi reddetmiş ve şöyle demiştir: “Ben ilmiyye sınıfından biriyim. Bu teklifi kabul edersem, asker ocaklarından yetişen kullarının hukukuna tecavüz olur. Bu makam onların hakkıdır.” (4)
Hz. Peygamber: “Allah sevdiği idarecilere iyi ve dürüst müsteşarlar ihsan eder” buyurur. (5)
Allah ve Resûlü Fâtih’i seviyorlar ki, O’na böyle dürüst, liyâkatli, müstağni yani mevki, makam ve dünyalık hastalığı olmayan müsteşarlar ihsan etmiş, Hz. Peygamber de mübârek lisanı ile O büyük Sultanı övmüş, taltif ve takdir etmiştir.
O’ndaki hoca sevgisine şu olay da güzel bir delildir: Fetih esnasında, İstanbul’a Topkapı’dan maiyeti ile girerken Akşemseddin’i önden yürütmüştür. O büyük âlim, Bizans halkının kendisine verdikleri çiçekleri almayıp; “Fâtih şu delikanlı, O’na verin” deyince, Fâtih;“Al Hocam al. Bu şehrin ben maddi, sen de mânevi fâtihisin, sen benim hocamsın” dediği rivayet edilmektedir. (6)
Fâtih Akşemseddin’den söz ederken bir defasında: “Benim bu pîr’e saygım, irademin üstündedir. Yanında heyecanlanır ve ellerim titrer. Hâlbuki diğer şeyhler yanıma gelince onlar heyecanlanır, onların eli titrer. Aralarındaki fark budur” demiştir. (7)
Manevi iklimde belli bir seviye ve kıvama gelen Fâtih’in pasifize olmaması, devlet işlerini ihmal etmemesi, Haçlı ittifakları karşısında zafiyete düşülmemesi, kendisi ile daha fazla meşgul olmaması, devlet işlerine daha fazla zaman ayırabilmesi için Akşemseddin; Sultanın bütün ısrarlarına rağmen, İstanbul’u terk edip Göynük beldesine gidip yerleşmiş ve 16 Şubat 1459 da orada vefat etmiştir.
Akşemseddin’in Türbe kitabesinde şunlar yazılıdır:
“Kara gün dostu imiş Fâtih’in Akşemseddin.
Ki; yüzünden lemeân etti Feth-i Mübîn
Nusratı çeşm-i hakikisiyle görüp verdi haber.
Böyle her şeyi uzaktan görür erbab-ı yakîn. ”
Yani: “Akşemseddin Fâtih’in kara gün dostu imiş. Peygamber tarafından müjdelenen İstanbul’un Fethi O’nun sayesinde gerçekleşmiş. Allah’ın evliyaullaha verdiği ileriyi görme gücü sayesinde, Fethin müyesser olacağını haber verip, askeri cesaretlendirmiştir. ”
Kabri nur, makamı cennet olsun. Allah bizleri şefaatlerine nail eylesin. Neslimizden Fatih’leri, Akşemseddin’leri eksik etmesin.
------------------
1 Samiha Ayverdi, “Ezelî Dostlar” Kubbealtı Yay. İst. 2009, 2. baskı, s.26.
2 Sâmiha Ayverdi, “Ebedî ve Mânevî Dünyası İçinde FATİH”, Kubbealtı Yay. 7. Baskı, İst. 2008, s.139.
3- Mustafa Armağan, “Ufukların Sultanı Fâtih Sultan Mehmed”, Timaş Yay. İst. 2007, s. 214.
4- Ahmet Şimşirgil, “İstanbul Fethinin Manevi Mimarları”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, yıl 1996, sayı: 27, s. 23.
5- Ebû Dâvûd, Sünen, Humus, 1969, Harac ve’l-İmare, 4 (2932).
6- Nihat Sami Banarlı, “Fâtih’in Zafer Sırları”, İstanbul 1959. s. 27.
7- Nezihe Araz, “Anadolu Erenleri”, Özgür Yayınları, İst. 2000. s. 178.
Bir mâha tutuldum ki, yüzü şems-i duhadır.
“Bir şâha bağlandım ki; cihan O’na hayrandır. Çünkü O, kuşluk güneşi gibi yüzü her tarafı aydınlatan bir sultandır.”
Fatih Sultan Mehmed, en sevdiği hocası, üstadı, mürşidi, şeyhi Akşemseddin için böyle demiştir. 16 Şubat bu büyük velinin vefat yıldönümüdür.
Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza’dır. M. 1390 yılında Şam’da doğmuştur. Baba tarafından nesebi Hz. Ebu Bekir’e kadar dayanmaktadır. Yedi yaşında babasıyla beraber Anadolu’ya gelmiş, hafız olmuş, gençliğinde Hacı Bayram-ı Veli’ye intisap etmek ister ama almazlar. Bir gün müridleri ile ekin biçmekte olan Hacı Bayram Veli’nin yanına varır yine iltifat görmez, onlarla beraber ekin biçer yine aldıran olmaz, yemek vakti sofra kurulur kenardaki köpeklere de bir şeyler atılır Akşemseddin’i yine çağırmazlar o da gider köpeklerin yanına oturur ve onlara verilenlerden yemeye başlayınca Hacı Bayram: “Gel beri be köse beni çabuk avladın” der ve müridliğe kabul eder.(1)
Dini ilimler yanında, tıp ilmi de tahsil edip, tedavilerde bulunan, Psikiyatri hususunda uzman olan, hatta mikrobu bilen ve çiçek aşısını keşfeden Akşemseddin, Feth-i Mübîn’i (İstanbul’un fethini) gerçekleştiren ordunun içinde de görev almış, askerin teşyi ve teşci edilmesi (teşvik edilmesi, cesaretlendirilmesi), Hz. Ebu Eyyub el-Ensârî Hazretlerinin kabrinin bulunması, Fethin biraz gecikmesinden dolayı üzgün ve tedirgin olan, Fâtih’in teskin ve teselli edilmesi hususunda... büyük hizmetleri olmuştur.
Fetihten sonra Ayasofya’da ilk Cuma hutbesini Fâtih okumuş, namazı da bu büyük veli kıldırmıştır. (2) Yavuz Sultan Selim’in:
Padişah-ı âlem olmak, bir kuru kavga imiş
Bir veliye bende olmak, cümleden evlâ imiş.
Şiirindeki duygu, düşünce ve felsefe ile hareket eden Osmanlı sultanları, madde ile manayı, dünya ile ukbayı, tasavvuf ile tasarrufu dengede götürmeye çalışmışlar, hatta bazen ibreyi uhreviyyata doğru kaydırmışlar, ama o dönemin değerli ve faziletli âlimleri buna müsaade etmemişlerdir.
Fâtih de, manevi potasında eriyip şekillendiği bu hocasını o kadar çok seviyor ki; Bir ara inzivaya çekilmeyi, halvete girmeyi, gece-gündüz hocası ile beraber olmayı isteyince, Akşemseddin: "Sen halvete değil devlete lâzımsın. Sen seçilmiş birisin. Daha yapacak yığınla işin var.” (3) diyerek izin vermemiştir.
Günümüzde Şeyh geçinenlerin eline böyle bir fırsat geçse, zâtının ve tarikatının popülaritesini yükseltmek için gökten kapar, hatta biraz da istismar eder ve abartırlar. Ama o dönemin gerçek din ve ilim adamları, şahıslarından ve mensup oldukları tarikatlardan önce devleti düşünürlerdi. Devlet onlarca kutsal ve her türlü menfaatin, ihtirasın, çıkarın, mevki ve makamın fevkinde (üstünde) idi. Onlar Osmanlı Devletini “Devlet-i Ebet Müddet” yani; kıyamete kadar devam edecek bir devlet diye kurmuşlardı.
Fetihten sonra Çandarlı Halil Paşa azledilince Fâtih, hocası Molla Gürânî’ye sadrazamlık teklif etmiş, O, teklifi reddetmiş ve şöyle demiştir: “Ben ilmiyye sınıfından biriyim. Bu teklifi kabul edersem, asker ocaklarından yetişen kullarının hukukuna tecavüz olur. Bu makam onların hakkıdır.” (4)
Hz. Peygamber: “Allah sevdiği idarecilere iyi ve dürüst müsteşarlar ihsan eder” buyurur. (5)
Allah ve Resûlü Fâtih’i seviyorlar ki, O’na böyle dürüst, liyâkatli, müstağni yani mevki, makam ve dünyalık hastalığı olmayan müsteşarlar ihsan etmiş, Hz. Peygamber de mübârek lisanı ile O büyük Sultanı övmüş, taltif ve takdir etmiştir.
O’ndaki hoca sevgisine şu olay da güzel bir delildir: Fetih esnasında, İstanbul’a Topkapı’dan maiyeti ile girerken Akşemseddin’i önden yürütmüştür. O büyük âlim, Bizans halkının kendisine verdikleri çiçekleri almayıp; “Fâtih şu delikanlı, O’na verin” deyince, Fâtih;“Al Hocam al. Bu şehrin ben maddi, sen de mânevi fâtihisin, sen benim hocamsın” dediği rivayet edilmektedir. (6)
Fâtih Akşemseddin’den söz ederken bir defasında: “Benim bu pîr’e saygım, irademin üstündedir. Yanında heyecanlanır ve ellerim titrer. Hâlbuki diğer şeyhler yanıma gelince onlar heyecanlanır, onların eli titrer. Aralarındaki fark budur” demiştir. (7)
Manevi iklimde belli bir seviye ve kıvama gelen Fâtih’in pasifize olmaması, devlet işlerini ihmal etmemesi, Haçlı ittifakları karşısında zafiyete düşülmemesi, kendisi ile daha fazla meşgul olmaması, devlet işlerine daha fazla zaman ayırabilmesi için Akşemseddin; Sultanın bütün ısrarlarına rağmen, İstanbul’u terk edip Göynük beldesine gidip yerleşmiş ve 16 Şubat 1459 da orada vefat etmiştir.
Akşemseddin’in Türbe kitabesinde şunlar yazılıdır:
“Kara gün dostu imiş Fâtih’in Akşemseddin.
Ki; yüzünden lemeân etti Feth-i Mübîn
Nusratı çeşm-i hakikisiyle görüp verdi haber.
Böyle her şeyi uzaktan görür erbab-ı yakîn. ”
Yani: “Akşemseddin Fâtih’in kara gün dostu imiş. Peygamber tarafından müjdelenen İstanbul’un Fethi O’nun sayesinde gerçekleşmiş. Allah’ın evliyaullaha verdiği ileriyi görme gücü sayesinde, Fethin müyesser olacağını haber verip, askeri cesaretlendirmiştir. ”
Kabri nur, makamı cennet olsun. Allah bizleri şefaatlerine nail eylesin. Neslimizden Fatih’leri, Akşemseddin’leri eksik etmesin.
------------------
1 Samiha Ayverdi, “Ezelî Dostlar” Kubbealtı Yay. İst. 2009, 2. baskı, s.26.
2 Sâmiha Ayverdi, “Ebedî ve Mânevî Dünyası İçinde FATİH”, Kubbealtı Yay. 7. Baskı, İst. 2008, s.139.
3- Mustafa Armağan, “Ufukların Sultanı Fâtih Sultan Mehmed”, Timaş Yay. İst. 2007, s. 214.
4- Ahmet Şimşirgil, “İstanbul Fethinin Manevi Mimarları”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, yıl 1996, sayı: 27, s. 23.
5- Ebû Dâvûd, Sünen, Humus, 1969, Harac ve’l-İmare, 4 (2932).
6- Nihat Sami Banarlı, “Fâtih’in Zafer Sırları”, İstanbul 1959. s. 27.
7- Nezihe Araz, “Anadolu Erenleri”, Özgür Yayınları, İst. 2000. s. 178.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.