Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

“Ağaçlar kalem olsa yazılmaz benim derdim!”

“Ağaçlar kalem olsa yazılmaz benim derdim!”

“Bana bir şehir verin

Adı Kayseri olsun(…)

Bana bir şehir verin

Adı önemli değil

Tuzaklara tutulmuş serçelere benzesin

Kırılmış bir aynaya

Üşüyen bir çocuğa…

Bana bir şehir verin

Biraz bana benzesin” 

Emir Kalkan

 

Ölümün her türlüsü ıstırap verici. Özellikle kalleşçe pusular, katliamlar sonucu şehit olanların sayısının giderek arttığı, memleketimizde faciaların patlama yaptığı düşünülürse. Milletçe başımız sağ olsun.

Ama bugün gündem dışına çıkıp, bazı edebiyatçıları analım. Hayatın anlamamız, eğilmemiz gereken farklı yanları da var.

Ümit Fehmi Sorgunlu, Mustafa Miyasoğlu’ndan sonra, Kanatsız Kuşlar Şehri, Gül Ayinleri, Hoşça Kal Şehir, Bu Taraf Anadolu, Kayıp Yüzler gibi eserlerin sahibi, Kayseri’nin yetiştirdiği önemli yazarlardan, yiğit kalem Emir Kalkan’ da Hakk’a yürüdü. Berceste Dergisi, 155. Sayısını 30 Temmuz’da kaybettiğimiz yazara ayırdı, tavsiye ederim.

Emir Kalkan, “Elinde, Masal Yazma Teknikleriyle Dolaşarak Yazar Olamazsın!” başlıklı yazısında şöyle diyordu:

“…İyi bir yazar olmak için kendin olmalısın. Sen teksin, biriciksin… Bunu bilmelisin. Kendi gözünle gördüğün dünyayı anlatmalısın. Kendinden çıkmalısın yola.

Kurdun, kuşun dilini öğrenmelisin. Selin öfkesini, gök gürültüsünün heyecanını anlamalısın. Bunları anlarsan insanı da anlarsın, bir körün karanlığında yaşayabilirsin o zaman, terk edilmiş bir âşığın acısını bilirsin. Yalnızlığın ne denli ağır ne denli acı ne denli esrik ve büyüleyici bir tad olduğunu algılarsın.

‘Yalnız ölürsünüz’ buyruğunun sırrı açılır önünde, içine dönersin.

Ve işte o zaman zenginleşirsin.

Kalbin, gönle dönüşür, benliğin vicdana.

İşte o zaman sana neler yazacağını söyler dünya.

Ve o kadar çok şeyler söyler ki, şaşırır kalırsın.

Ve anlarsın ki aslolan hayatmış, hayatın kendisi.”

Şu satırlarına hangimiz iştirak etmez:

“.. En önemli ilim adamı; kekeme bir türkücü kadar bilinip rağbet görmüyorsa, en önemli yazar bir arabeskçinin imkânlarına sahip değilse, topal bir futbolcunun bile milyonlara imza attığı günümüzde, sanat adamı açlığa mahkûm edilmişse, insanlar lüzumsuz bir eşya gibi hor, insanlar aç, işsiz, evsizse ve en kutsal bildiğimiz şeyler kaldırımlarda pazarlanır olmuşsa, yazmak neyin çaresi? Ölçüler değişmiştir, kavramlar değişmiştir artık.

Çağın geçer akçesi: Para!

Bel ölçüsü: Para!

Boy ölçüsü: Para!

En büyük şair: Para!

En büyük yazar: Para!

İlim para, bilim para!

İnsan eşittir: Para!

Gram, kilo, kırat, ayar, litre, metre lira…

Gerisi?

Lâf-ı güzaf!

Köşe başlarında, kaldırımlarda kendini yarım kilo et parasına satan binlerce kadın yaşıyor bu topraklarda ve ringlerde dövüşen, kürsülerde bizim için konuşan, bizim için yiyip içen, bizim için düşünen ve güllerle bülbüllere nağmeler döktüren bir yığın da yazar(!)

Bunlara göre yazmak, ha!

Peki, gene de yazalım:

“AĞAÇLAR KALEM OLSA YAZILMAZ BENİM DERDİM!”

O ses getiren yazılarından birinde de, en önemli sorunlarımıza değiniyordu:

“Sayın okumazlar! Muhterem efendiler! Yani, sizler, böyle boş bir teneke gibi mi yaşayacaksınız? Sizin hiç gönül ikliminiz, yürek sızınız, beyin yangınınız olmayacak mı?

Dünyaya hep böyle at gözlüğüyle bakıp, para kazanmaya geldiğinizi mi sanacaksınız? Şurada,  hemen yanı başınızdaki üniversiteye hep anjiyo olmak için mi gideceksiniz?

Binbir emekle hazırlanmış konferanslara, sanat sergilerine ‘Bana ne yav!’ mı diyeceksiniz? Müzeyi okey salonu, tiyatro binasını şehir mezbahası mı zannedeceksiniz?

 Şiir angarya, roman sergüzeşt, resim uydurma, tiyatro arbede… Şair enayi, bestekâr aptal, yazar ahmak mı olacak nazarınızda…

Velhasıl, güzel sanatların tümüne birden öcü gözüyle bakıp ‘Bu nii lan!’ mı diyeceksiniz?...

Sen, Avukat Ahmet Efendi; arkandan ‘hile-i şeriyede’ üstüne yoktu diye mi anılacaksın?

Sen! Doktor Aydın Efendi; beli bükük her kişi senin için 400 liralık muayeneyi mi getirecek gözünün önüne?

Sen! Müdür Bey, siz Reis Beyefendi, siz Sayın milletvekili, insanlara hep sarkmış mide ve oy pusulası gözüyle mi bakacaksınız?

Sizin için manevî bir âlem olmayacak mı?

Bu; kilimlerin nakışı, acının resmi, şiirin rüzgârı, sizi hiç mi etkilemeyecek?

Siz bu kadar mı topraktan yaratıldınız? Sizin kan ile ruh ile gönül ile hiç mi bağınız yok? Mayanıza tırnak ucu kadar da olsa duyarlılık katılmadı mı?

(…) Bu zavallı beyni, bu zavallı kalbi, bu zavallı gönlü hiç mi eskitmeden götüreceksiniz toprak altına?

Sizin yüreğiniz hiç mi esrimeyecek?

Böyle odun gelip, odun mu gideceksiniz? 

Sizin bu dünyada bir nakşınız, bir aksiniz, bir iziniz, bir eseriniz, söylenmiş bir sözünüz olmayacak mı? Öldüğünüzün ertesi günü hiç mi fark edilmeyecek yokluğunuz?(…)

Eh, siz bilirsiniz beyler, hayat sizin değil mi, çalıya takar yırtarsınız. Yalnız şunu bilin ki; bu eksikliğinizden dolayı, bu dünyada da, ahret âleminde de sorulacaksınız!

Ve ‘Tefekkür etmez misiniz?’ buyuran Tanrı, bu kusurunuzu hiç affetmeyecek!”

Nur içinde yat güzel insan.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi